31 Mart 2014 Pazartesi

Hannibal


Hannibal Barca (Hanibal, Anibal), MÖ 247 ile MÖ 183  yılları arasında yaşamış Sami ırkından gelen Kartacalı politikacı ve general.Hannibal; tüm zamanların en büyük askeri dehalarından biridir. Hannibal, Scipio ve Philopoemen ile birlikte çağının üç büyük generalinden biriydi. Scipio onu şimdiye kadar yaşamış en büyük generallerden biri olarak kabul eder, Epirli Pyrrhus'u ikinci sıraya yerleştirir, kendisini de üçüncü olarak kabul eder.Aynı sıralama Hannibal'a sorulduğunda o, Büyük İskender'in en büyük general olduğunu söyler.İkinci olarak Pyrrhus'u gösterir, kendisini de üçüncü sıraya koyar.Askeri tarihçi Theodore Ayrault Dodge Hannibal'ı "Stratejinin Babası" olarak nitelendirir ve en büyük düşmanı olan Roma'nın bile onu yine kendi taktikleriyle alt ettiğini belirtir.Roma'nın en büyük düşmanı olarak 2.Pön Savaşı'ndaki başarılarıyla tanınmıştır. Filleri içeren ordusuyla İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler'den kuzey İtalya'ya girmiş ve Romalıları birkaç önemli savaşta yenmiştir.


Yaşamı



İlk yılları



MÖ 247’de Kartaca’da dünyaya geldi. Birinci Pön Savaşı'nın ünlü kahramanı Kartacalı komutan Hamilcar Barca'ın oğludur. Küçük yaşlarda babası ile savaşlara katılmaya başladı. Babasının isteğiyle, Roma'ya karşı her zaman kin duyacağına dair ant içti.Kısa bir süre sonra babasının ölümünü müteakiben, eniştesi ve kardeşinin yardımıyla asker oldu.


Askeri hayatı



MÖ 221 yılında Kartaca’nın İspanya ordusunun komutanı oldu. MÖ 221'den 219'a kadar Ebro'nun batısındaki topluluklar üzerine hâkimiyet kurdu. Hannibal, I. Pön Savaşı’ndan sonra Roma ile ikinci bir savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyor, ilk darbeyi kendisi vurmak istiyordu. İspanya'daki konumunu sağlamlaştırdığı iki yılın ardından MÖ 219’da Roma'nın müttefiki olan Saguntum şehrini (bugünkü Sagunto) kuşattı ve sekiz ay sonra da ele geçirdi.Saguntum Kuşatması olarak anılan bu olay, tarihin en çok tanınan muharebelerinden birisidir. Saguntum Kuşatması'nı Kartaca parlamentosu da onayladı ve Roma'nın savaş ilan etmesi ile İkinci Pön Savaşı başladı. Hannibal kardeşi Komutan Hasdrubal'ı İspanya'da bırakarak İtalya üzerine yürüdü.

Hannibal'in ordusunda yüzbin asker ve 37 fil vardı. Ordusuyla kuzeye doğru yürüyen Hannibal, Pirene Dağları'nı Keltiber kabileleri ile dövüşe dövüşe geçti ve onları karşılamak üzere gelen Roma ordusundan önce Rhône Vadisi’ne vardı. Bölgedeki Romalılar ve müttefiklerini atlatmak için “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” diyen Hannibal, vadinin yukarısından bir yay çizip Alp Dağları'nı geçti. Bu geçişte Montegnevre Geçidi ya da Küçük St. Bernard geçitlerin kullandığı tahmin edilmektedir. Büyük bir ordu ve filler ile antik çağ koşularında yapılan bu yolculuk, çok büyük bir başarı olarak kabul edilir.Pireneler ve Alp Dağları'nı geçerken hava koşulları nedeniyle ordusunun bir kısmını kaybeden Hannibal, kalan güçleriyle Po Ovası'nda hızla ilerledi. Ordusuna Keltler'in 14bin savaşçısı da katıldı. Hannibal'in güçleri, onları durdurmaya gelen bir Roma ordusunu Trebbia’da yoketti (MÖ 218) ve yürüyüşüne devam etti. M.Ö 217’de Apenin Dağları’nı geçerek Roma kentine doğru ilerleyen Kartaca Ordusu, Trasimene Gölü Muharebesi'nde ana Roma ordusunu bozguna uğrattı.

Hannibal’in ilerleyişi, Romalılar’ın vur-kaç savaşına girmesi ile yavaşladı. Hannibal, bu gelişme karşısında Roma’yı kuşatmak yerine güneye inmeyi ve Latin şehirlerini isyana kışkırtmayı planladı.Onu durdurmak üzere gönderilen son düzenli Roma Ordusunu Cannae Muharebesi’nde yendi. Bu savaşta Kartaca ordusu, “Hilâl düzeni” denilen taktikle Roma ordusunu tuzağa çekmiş ve tamamen yenmişti. Cannae zaferinden sonra Güney İtalya Hannibal’in tarafına geçmişti. Ancak Hannibal'in artan prestiji Kartaca senatosunu korkuttu ve ona yeterli desteği göndermediler. Cannae Savaşı ile Roma'dan kopan Capua kenti, yeni bir ordu kuran ve güçlerini toplamaya başlayan Roma tarafından MÖ 211’de tekrar ele geçirildi. Hannibal'in MÖ 207’de Roma'ya yaptığı baskın geri püskürtüldü. Kardeşi Hasdrubal, İspanya üzerinden bir yardım ordusu ile gelmeye çalışırken Kuzey İtalya'da öldürüldü.İtalya’nın güneyindeki dağlara çekilen Hannibal, Scipio Africanus komutasındaki Roma ordusunun Afrika'ya çıkması üzerine başkenti korumak üzere MÖ 203'te Kartaca'ya çağrıldı. Roma ordusu ile yaptığı Zama Muharebesi’nde yenilgiye uğradı.Kartaca, Roma ile şartları çok ağır bir barış anlaşması yapmak zorunda kalmıştı. Savaşın ardından “suffes” (Roma’daki “konsül”ün karşılığı) seçtiren Hannibal maliyeti ve ekonomiyi düzeltemeyi başardı. Ancak Romalıların baskısı ile Kartaca senatosu onu görevden aldı.


Sürgün ve ölümü



Kendine karşı yükselen muhalefet yüzünden gönüllü sürgüne giden Hannibal, önce Selevkos İmparatorluğu olmak üzere Ermenistan'a ve Bitinya'ya giderek buradaki saraylarda askeri danışmanlık yaptı.Bir çok kaynakta Bursa şehrinin kuruluşu Hannibal ile ilişkilendirilir. Bitinya Kralı Prusias'ın yanında iken Prusias'a bugünkü Bursa'nın olduğu yerde bir şehir kurmasını öğütlediği ve şehirdeki ilk içme suyu şebekesini kurduğu düşünülür.MÖ 183 veya 182'de Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara teslim edileceğini anlayınca yüzüğünde taşıdığı bilinen zehiri içmek suretiyle intihar ederek yaşamına son verdi. Mezarı bilinmemekle beraber, ölüm yeri olan Gebze'de bulunan Tübitak yerleşkesinde kendi anısına yapılan bir anıt bulunmaktadır. Hannibal Anıtı, Atatürk'ün dile getirmiş olduğu Hannibal'ın mezarının bulunması ve bir anıt yapılması isteği vasiyet kabul ederek 1981'de yapılmıştır. Daha sonra Gebze yerleşkesine su getirme çalışmaları sırasında bulunan bir mezarın Hannibal'a ait olduğu zannedilmektedir.


Etkileri



Hannibal dünyaca ünlü bir komutan ve askeri strateji konusunda çok bilgili biridir. Hatta Hannibal Barca'nın savaş stratejilerinden bazıları Kurtuluş Savaşı'nda da Yunan kuvvetlerine karşı başarıyla kullanılmıştır.Savaş tarihçisi Theodore Ayrault Dodge, ona "askeri stratejinin babası" unvanını vermiştir; çünkü en büyük düşmanı olan Roma bile onun savaş taktiklerini kullanmıştır. Hannibal'ın yaşamı ve savaşları birçok belgesel ve filme konu olmuştur. Öldüğü yerde günümüzde faaliyet gösteren bir okula adı verilmiştir.


Hayat Hikayesi



kaynakça : http://tr.wikipedia.org

25 Mart 2014 Salı

Benito Mussolini



Benito Amilcare Andrea Mussolini (29 Temmuz 1883; Forli - 28 Nisan 1945; Milano), Ulusal Faşist Parti'nin kurucusu olan İtalyan politikacı, devlet adamı ve siyasî bir önderdi. 31 Ekim 1922 ve 25 Temmuz 1943 tarihleri arası İtalya Krallığı başbakanı, 23 Eylül 1943 ve 25 Nisan 1945 tarihleri arası İtalyan Sosyal Cumhuriyeti devlet başkanı olarak görev yaptı. İtalya'nın lideri olduğu dönem boyunca Duce, yani "lider" unvanını kullanmıştı. II. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında önemli bir rol oynamıştır. Adolf Hitler ile birlikte faşizmin en önemli isimlerinden birisidir.Politikacı olmanın yanı sıra bir gazeteci ve öğretmendi.


Gençlik yılları ve gazetecilik dönemi



29 Temmuz 1883'te demirci bir babanın oğlu olarak Forli'de doğdu. Mussolini, ilk ve ortaöğrenimi sırasında disiplinsiz ve saldırgan davranışları nedeniyle iki kez okuldan uzaklaştırıldı. Gençliğinde sosyalist düşüncelere ilgi duydu. Lozan Üniversitesi'ndeki eğitiminin ardından öğretmenlik yaparak çalışmaya başladı. 1902'de zorunlu askerlik görevinden kaçmak için İsviçre'ye gitti. 1904'te İtalya'ya geri dönerek İtalyan Sosyalist Partisi'ne katıldı ve partinin yayın organı olan Avanti Gazetesi'nde çalıştı.Bir süre gazetenin başyazarlığını da üstlenen Mussolini, I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı. I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte, tarafsızlık politikası izlenmesi gerektiğini söylemekte olan Sosyalist Parti ile çelişkiye düştüğü için gazeteden uzaklaştırıldı. İki yıl boyunca piyade olarak askerlik yapan Mussolini savaşta yaralandıktan sonra Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Il Popolo d'Italia Gazetesi'nin editörü oldu. Il Popolo d'Italia Gazetesini çıkarmaya başladıktan birkaç ay sonra da Sosyalist Parti'den atıldı. Artık Mussolini'nin siyasi görüşü tamamen değişmişti. Sosyalist düşünceleri bir kenara bıraktı ve "faşizm" ismini vermiş olduğu yeni ideolojinin temellerini atmak için harekete geçti. Bu, onun hayatında bir dönüm noktası olacaktı.


Siyasi hayatı



Çökmüş ekonomi ve siyasi kargaşa içindeki İtalya’da Mussolini 1919 senesinde çeşitli sağcı, anti-komünist ve anti-kapitalist grupları kurduğu Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı örgütünde bir araya getirdi. 1921'de ise Faşist Mücadele Birliklerinin İttifakı'nı lağvederek Ulusal Faşist Parti'yi bünyesinde topladı. "Il Duce" unvanını kullanan Mussolini, ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu'nun ihtişamlı günlerine geri dönüleceğine söz veriyordu. Partinin yarı askeri milis kuvveti olarak kurulan Kara Gömlekliler örgütü ise ekonomik durumun kargaşasında faydalanarak büyük bir sıçrama yapan komünist gruplarla, grevci işçilerle çatışıyordu.1922'nin Ekim ayında Mussolini önderliğindeki faşistler toplam 26.000 kişi ile beraber Napoli'den Roma'ya yürüme kararı aldılar. Savaş sonunda istediğini elde edemediği için hayal kırıklığına uğramış olan İtalyan halkının durumunu Mussolini'nin düzeltebileceğini anlayan Kral III. Vittorio Emanuele, toplumsal krizi şiddetsiz bir yolla çözmek için 31 Ekim 1922 tarihinde Mussolini'yi başbakan olarak atadı. Zaten Faşist Parti 1921 yılında çok düşük bir oy almıştı ancak 1922'de ise Mussolini'yi destekleyenlerin sayısı kat kat artmıştı. Kralın komünist hareketin önüne geçmek istemesi de bu durumu kolaylaştırmıştı. Ve bu yürüyüşle beraber ardından yaşananlar, yıllar sonra Üçüncü Reich'ı ilan edecek olan Adolf Hitler'in de ilham kaynağı oldu.


İktidara geçişi ve icraatları



İktidar olduğunda önceleri liberallerin desteğini alan Mussolini, diktatörlüğün koyu ve keskin uygulamalarını birer birer hayata geçirmeye başlamıştı. İtalya kısa zamanda bir polis devleti haline getirildi. Kitap ve gazetelere getirilen sansür, seçim sisteminde yapılan düzenlemeler ve Faşist Parti dışındaki diğer partilerin kapanması gibi uygulamalar gerçekleştirildi. Mussolini, sendika hareketlerini de kanun dışı ilan etti ve eğitimi kontrol altına aldı. Ayrıca ekonominin faşistleştirilmesi amacıyla da tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla kaplayan Mussolini, çiftçileri sürekli teşvik ederek tarım ve endüstrinin canlanmasını sağladı. Gerçekleştirdiği bu değişiklikler ve yeni uygulamalarla İtalya'da işsizlik azalmıştı ve bu da Mussolini'nin popülaritesinin artmasına neden oldu. 1922 yılının bazı dönemlerinde ülkenin iç ve dış işlerinden, kolonilerden ve kamu çalışmalarından sorumlu olan Mussolini, aynı zamanda orduyu da idare ediyordu. Tüm bakanlıkların görevlerini kendisi üstlenmişti.Bu şekilde tüm gücü elinde tuttuğuna inanan Mussolini, rekabet yaratacak herhangi bir durumun da önüne geçmiş oluyordu. Ancak bu durum kurduğu rejimin daha verimli çalışmasını engelliyor ve sıkıntı yaratıyordu.Diktatörlük altındaki İtalya'da kanunlar yeniden yazılmış, üniversitedeki öğretim görevlileri faşist rejimi savunacaklarına dair yemin etmek zorunda bırakılmışlardı. Gazete editörleri Mussolini tarafından özel olarak seçiliyor ve Faşist Parti'den sertifikası olmayan hiç kimse gazeteci olamıyordu. Amaç tüm İtalyan halkını, şirketleri ve dernekleri kontrol altında tutmaktı. Mussolini'nin dış politikada amacı ise pasifist anti-emperyalizmin yerine agresif milliyetçilik getirmekti. Bunun ilk örneği 1923'te Corfu'nun bombalanması sırasında olmuştu. Ardından Arnavutluk'un kukla rejimine geçmesi ve Libya'nın yeniden fethi geldi.


1930'lu yıllar ve II. Dünya Savaşı



Uluslararası arenada güçlendiğini ispat etmek için 1935'te Habeşistan'a asker çıkardı. Uzun ve nedensiz bir savaş sonunda Habeşistan'ı işgal eden İtalya, 1936 yılında Almanya ile Berlin-Roma Mihverini kurdu. Berlin-Roma Mihveri'nin kurulmasıyla Adolf Hitler'in İtalya üzerindeki etkisi arttı ve bu durum Kral III. Victor Emanuele ile birlikte İtalyan halkını endişelendirmeye başladı. İtalyan askerleri Alman askerleri gibi yürümeye başlamışlardı, Alman nazizmi İtalyan faşizminden daha koyuydu. Faşizm, nazizme göre bir ölçüde daha ılımlıydı. Sanayinin devletleştirilmesine ve kapitalist sınıfın ortadan kaldırılmasına da kesinlikle karşı bir rejimdi.Hitler öncelikle Orta Avrupa, ardından Doğu ve Batı Avrupa'yı Almanya topraklarına katmak amacındaydı ve bu amaçla 1 Eylül 1939 sabahı Polonya sınırlarını geçti. Bu taarruzla II. Dünya Savaşı başlamış oldu. Daha önce Malta, Korsika ve Tunus'u İtalyan topraklarına katma ve "Roma İmparatorluğu'nu canlandırma amacı" taşıdığını söyleyen Mussolini de Almanya ile birlikte Mihver Devletleri bloğunda savaşa girdi. Birçok faşistin karşı çıkmasına rağmen 10 Haziran 1940'ta savaşa girdiklerini resmen ilan eden Mussolini, Kuzey Afrika ve Balkanlar'da Müttefik kuvvetlerine karşı mağlup oldu. Almanya'dan aldığı destek ile işgal ettiği bölgelerde direndi ancak İtalya'da gücünü kaybetmeye başladı. Komünistler önderliğindeki direnişçilerin ülkede etkili olması ve müttefiklerin 1943'te Sicilya'ya çıkartma yapmasının ardından Kral Victor Emmanuel III, Mussolini'yi görevden aldı. Almanya; Kuzey İtalya'yı işgal etti ve Hitler'in emriyle, başlarında Otto Skorzeny'nin bulunduğu özel bir Fallschirmjäger birimi, Mussolini'yi 12 Eylül 1943'te Gran Sasso'da tutuklu bulunduğu otelden kurtararak Fieseler Storch model uçakla önce Roma'ya, sonra aynı günün akşamı bir Luftwaffe nakliye uçağı ile Viyana'ya kaçırıldı. Birkaç gün sonra ise Hitler'in karargahı'nın bulunduğu Rastenburg'a götürüldü. Mussolini, burada Adolf Hitler tarafından karşılandı. Burada oğlu ile beraber karargah'a götürülüp Hermann Göring'in sığınağına yerleştirildi. Mussolini Wolfsschanze'den Münih'e gitti. Orada oğlu ve İtalya'dan gelen karısı ile beraber, Bavyera kraliyet ailesi Wittelsbacher'lerin şatosuna yerleşti.Mussolini bundan sonra Kuzey İtalya'ya döndü; Garda Gölü kıyısında Rocca delle Caminate denilen ücra bir yere yerleşti. Özel bir SS Leibstandarte kıtası kendisini sürekli olarak koruyordu.Cumhuriyetçi Faşist Parti'yle beraber İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ni kurdu. 15 Eylül 1943 'te hükümet işlerini üstlendi. Ancak kurduğu bu hükümet sadece bir gölge hükümetti ve Almanların kukla rejimi olmaktan öteye gidemedi. Asıl söz, Alman işgal yetkililerindeydi. Mussoli'nin hükümeti sivil idare işleri ve Almanya'ya işgücü temin edilmesiyle uğraştı.


Ölümü



Savaşın son günlerinde 25 Nisan 1945'de bir Alman delegesini bekleyen Mussolini, kimsenin gelmemesiyle şaşkına dönmüş, Aldatıldık, yine Almanlar tarafından aldatıldık demişti. 27 Nisan sabahı zırhlı bir araba ve yirmibeş kamyon ile beraber yola koyuldu. Amacı İspanya'ya kaçmak için bir uçağa binmek üzere İsviçre'ye gitmekti. Yolda ilerlerken partizanlarla Musso adı verilen yerde çatışmaya girdi. Faşistler hemen teslim olsalar da Mussolini zırhlı arabayla kaçmayı başardı. Mussolini ve beraberindekiler, Komünist partizanlar Valerio ve Bellini ve 52. Garibaldi Tugayı Siyasal Komiseri Urbano Lazzaro tarafından, Dongo köyü (Como Gölü) yakınlarında durduruldu. Partizanlar arabayı ararken battaniyeye sarılmış bir erkek buldular. Arabanın içindekiler Zavallı bir sarhoş diye geçiştirmeye çalışsalar da battaniyeyi kaldıran partizan Mussolini'yi tanıdı ve böylece yakalanmış oldu.Partizanlar tarafından birkaç kez Como'ya götürülmek istendi fakat başarısız olununca Mezzegra'ya getirildiler. Orada De Maria ailesinin çiftlik evinde son gecelerini geçirdiler. Ertesi gün 28 Nisan'da Ulusal Kurtuluş Komitesi'nden Mussolini'yi öldürme emrini alan asıl adı Walter Audisio olan Albay rütbeli komünist partizan Colonnello Valerio, Mussolini ve Petacci'yi vurarak öldürmüştür. Öldürülme olayı resmi versiyonuna göre şöyle gelişmiştir: Audisio, Mussolini ve metresi Petacci'nin tutuklu oldukları çiftlik evine gitti ve tutuklu kaldıkları odaya girdi. Onlara İtalyan ulusuna adaleti iade etmek üzere görevlendirilmiş bulunuyorum diyerek çok kısa bir konuşma yaptı. Sonra ikisine de Çökün diye emretti ama bunu reddeden Petacci, Mussolini'ye sarıldı. Audisio'nun elindeki makinalı tüfek tutukluk yaptı, patlamadı. Bir ikinci silah da tutukluk yaptı. Sonunda dayanamayan Albay Audisio, muhafızlardan birinin makinalı tüfeğini kaparak ikisine doğrulttu. Audisio ilk önce Mussolinin metresi Petacci'ye ateş etti ve Petacci vurularak yere düştü. Tam o sırada Mussolini ceketini açtı ve "Göğüsümden vur beni!" diye haykırdı. Audisio hiç beklemeden ateş ederek Mussolini'yi göğsünden vurdu. Mussolini yere düştü ama ölmedi ve ağır nefes alıyordu. Audisio yanına gitti ve göğsüne bir kurşun daha sıktı. Audisio savaştan sonra yayınladığı anılarında, Mussolini ve metresini toplam 5 kurşun ile vurarak öldürdüğünü belirtmiştir.


Mussolini'nin maiyetindeki diğer üyeler (başta bakanlar ve İtalyan Sosyal Cumhuriyeti yetkilileri) aynı gün akşama doğru bir idam mangası önünde idam edilmiştir. Ertesi gün Mussolini'nin, sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda ki Esso benzin istasyonunun çatısından başaşağı sallandırıldı. Teşhir edilen vücudu, halk tarafından tekmelendi ve tükürüldü. Devrik liderin cesedi alaya ve istismara maruz kaldı. Ölümünden ve Milano'da cesedinin halka gösterilmesinden sonra, Mussolini'nin cesedi kentin kuzeyinde, Musocco mezarlığında ki bir mezara gömüldü.


Hayat Hikayesi



kaynakça : http://tr.wikipedia.org

II. Mehmed





II. Mehmed veya Fatih Sultan Mehmed, (Osmanlı Türkçesi: محمد بن مراد خان, Meḥemmed b. Murād Ḫān) (30 Mart 1432 – 3 Mayıs 1481) yedinci Osmanlı padişahı. Divan edebiyatında Avnî mahlasını kullanmıştır. Sultan II. Murad ve Hüma Hatun’un oğludur. İstanbul'u fethetmesinden sonra Ebû ʾl-Feth (‏ابو الفتح, Fethin Babası) ve daha sonraki asırlarda[3] Fâtih (‏فاتح) lakabıyla anılmıştır. Ayrıca döneminde Avrupa'da Büyük Türk (Grand Turco) olarak da zikredilmiştir. İstanbul'un fethi, Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ'ın başlangıcı olmuştur. Bundan dolayı Fatih, "çağ açan hükümdar" olarak da tanınır. İstanbul'un fethinden sonra Kayser-i Rum (‏قیصر روم, Roma İmparatoru) unvanını da kullanmaya başlamıştır. İstanbul'un fethiyle 1000 yıllık Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu son bulmuştur. Fatih, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir 




Şehzadeliği



27 Receb 835 (30 Mart 1432) Pazar günü şafak vaktinde, devletin başkenti olan Edirne'de, II. Murat'ın dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi.Mehmed iki yaşına kadar Edirne'de kaldıktan sonra 1434’te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya'ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmed'in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu (İnalcık'a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa'da Saruhan sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murat'ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu Şehzade Mehmed'in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed'e çok-kültürlülük kazandırmıştır. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II. Mehmed'in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed'in Arapça ve Farsça'nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.



İstanbul’un fethi



Mehmed kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantinos Mehmed’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı. Söz konusu toplar Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Mehmed kendisinden Konstantinopolis’in surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş Urban da "Ne Konstantinopolis, ne de Babil’in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini" söylemişti

Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova 1452’nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinopolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumadan yaptı.Kostantinopolis’teki asker sayısı 8.000 civarındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan yedi Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en az 50.000 idi. Ayrıca Mehmed yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek bir donanma hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara girişine vardı.Osmanlı ordusu 23 Mart’ta Edirne’den hareket etti ve 2 Nisan’da Konstantinopolis’e vardı. Aynı gün Haliç’in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus kapısının karşısına Maltepe’ye kuran Mehmed son kez teslim çağrısında bulundu ama imparator reddetti.6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. İmparator Konstantinos, Giustinani ile birlikte Romanus kapısını savunuyordu. Şehzade Orhan da Marmara kıyısındaki kıtalardan birini yönetiyordu.



20 Nisan günü Papa’nın gönderdiği üç Ceneviz gemisi ve Sicilya’dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Marmara denizinde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde dört gemi Haliç’e girmeyi başardı. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın yedinci haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı. Bu noktada Halil Paşa son bir kez Mehmed’i teslim çağrısı yapmaya ikna etti ancak imparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Mehmed 24 Mayıs’ta ayın 29’unda karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını duyurdu.



Son saldırı hazırlıklarını Zağanos Paşa düzenledi. Osmanlı ordusu 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde taaruza başladı. Osmanlılar son taaruzu üç dalga halinde gerçekleştirdiler. İlk iki saat boyunca başıbozuklar surlara saldırdılar, ardından Anadolu birlikleri onların yerini aldı. Son olarak öldürücü darbeyi vurmak üzere yeniçeriler devreye girdi. Bu sırada yaralanan Giustiniani'nin savaş alanından ayrılması şehri savunanların arasında büyük moral bozukluğuna neden oldu. Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri "Kerkoporta" adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler. Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve min-baʿd (bundan sonra) tahtım İstanbul'dur diye buyurdu.Şehir zorla alınmıştı, bu yüzden dinî hukuka göre yağmalanabilirdi. Yağma üç gün sürdü. İmparator Konstantinos'un akıbeti meçhuldür. Kimi kaynaklar cesedinin bulunamadığını söylerken, Babinger gibi bazı tarihçiler imparatorun cesedinin mor ayakkabılarından teşhis edildiğini yazar. Alphonse Lamartine eserinde imparatorun cesedinin bulunduğunu ve Fatih'in Konstantin için Hristiyan usulü cenaze töreni düzenlediğini belirtir. Şehzade Orhan ise keşiş kılığında şehri terketmeye çalışırken yakalanıp idam edildi.Fatih şehrin ticaret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin dönmesini sağladı. Rum Patrikhanesi’nin yeniden açılmasına izin verdi; ayrıca bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu. II. Mehmed İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı. 



Yeni başkentin kurulması



Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı. Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. 6 Ocak 1454’te Yorgo Skolaris'i yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atadı. 1461 yılında ise Bursa Psikoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.Mehmed Theodosius Forumu’nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nı inşa ettirdi. 



Çandarlı Halil Paşa’nın idamı



Fatih, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa’yı 10 Temmuz 1453 tarihinde Edirne'de idam ettirdi. Bazı kaynaklara göre Çandarlı Fatih'i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Bu olay ile Fatih otoritesini pekiştirmiş oldu ve herkes genç hakana boyun eğdi.Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra idamına giden süreçte Yedikule’de Altın Kapı’da kırk gün hapis edildi. 10 Temmuz’da gözlerine mil çekildi ve daha sonra idam edildi. Boyun eğeceği yerde Hakan’a dik baktığı iddia edilir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp türbesine gömüldü. Çandarlı Halil Paşa, idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır. 



Yenilikleri ve kanunnameleri



Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’nun İstanbul’da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı.Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği (nizâm-ı âlem) için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu.Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500'den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir. 



Eğitim ve kültür



Fatih Sultan Mehmed'in tarihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-i Seman İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân’ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından biri çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu’dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hattâ bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kanunnamenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye Medresleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.Ali Kuşçu, Fatih tarafından astronomi eğitimi için Semerkant'a gönderilmiş ve daha sonra 1570’te Takiyuddin tarafından Tophane’de kurulacak gözlemevinin ilk çalışmalarını yapmıştır.



Eğitim Hayatı



Fatih Sultan Mehmed çocukluğundan itibaren yoğun bir İslami ve ilmi eğitim aldı. Kendisinden önceki altı padişah gibi o da askeri hususlarda bilgi ve tekniğe sahipti. Fatih Sultan Mehmed, birçok tarihçi tarafından bir Rönesans hükümdarı olarak tanımlanmaktadır. Fatih, İtalya ve İtalyan kültürünü tanıyan nadir bir Doğu hükümdarıydı. Sultan Mehmed'in yanında bulundurduğu Rum tarihçi Kritvulos, onun kendi anadili olan Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini ifade etmektedir. Fatih'in özellikle İstanbul'un fethinden sonra zengin bir kütüphanesi vardı ve binlerce ciltlik kitaba sahipti. Antik tarihe meraklı olan padişah, Pulutarque'nin Geographia isimli eserini Yunanca'dan Türkçeye çevirerek coğrafi bilimlere olan ilgisini göstermiştir. Fatih'in sarayında Yunanca ve İtalyanca bilen iki katip bulunuyor ve padişaha eskiçağ tarihiyle ilgili bilgiler veriyordu. Mitolojiyle ilgilenen Fatih, Homeros'un meşhur İlyada Destanı'nın kopyasını hazırlatmıştı. Fatih'in yanında bulunan İtalyan nedimesi ona Antik Yunanistan'daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okutmuştu. Fatih papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender'in Lombardların vekayinamelerini okumuştu. Bizanslı aydın Gregorios Phrantezes, Fatih'in Büyük İskender, Roma imparatoru Augustus, Bizans imparatoru Büyük Konstantin ve Theodosios gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söyler.Ayrıca Fatih ateşli silahlara karşı yoğun ilgi göstermiş, tarihteki ilk havan topu olduğu bilinen şahinin çizimlerini bizzat kendisi yapmıştır. Divan edebiyatında Fatih Sultan Mehmed, Avni mahlasıyla şiirler yazmıştır. Yine padişah, huzurunda felsefi tartışmalar yaptırıyordu. Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios ve Hocazade gibi devrin büyük zekalarını korumuş, Hristiyan bilim adamları ve sanatkarları sarayına davet etmiş, onlara iltifat ve ikramlarda bulunmuştur. Fatih ayrıca İtalyan ressam Gentile Bellini'ye kendi hususi resmi olmak üzere çeşitli portreler ve heykeller yaptırmıştır. Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih, İstanbul Ortodoks Kilisesine patrik olarak atadığı Gennadios ile Hristiyanlık akaidi üzerine müzakereye girişmiş ve bu müzakerenin yazılmasını istemişti. (Gennadios İtikadnamesi) Hatta bu durum Avrupa'da Fatih'in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmış ve Papa II. Pius padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştı Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak Fatih'in şüphesiz itikadı olduğunu fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını belirtmiştir.



Ölümü



Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarınndaki Hünkar Çayırı'ndaki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı. Fatih Camii’ndeki türbesinde yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Ancak tarihçiler seferin Mısır’a ya da Roma’ya (Papalık) olacağı yönünde tahminler yürütmektedir. Ama başka kitaplar ve tarihçiler ise farklı yerlere fetih düzenleyeceği görüşündeydi. Birlikleri Üsküdar’da topladığı ve hazırlıkları başlattığı için seferin İtalya’ya olma olasılığı günümüz tarihçileri tarafından makul bulunmamaktadır.





kaynakça: http://tr.wikipedia.org

Abraham Lincoln


Abraham Lincoln (d. 12 Şubat 1809 - ö. 15 Nisan 1865), ABD'li siyasetçi, devlet başkanı, hukukçu.

Amerika Birleşik Devletleri'nin 16. başkanı ve Cumhuriyetçi Parti`nin ilk başkanıdır.Lincoln, Amerikan İç Savaşı'nda Amerika Konfedere Devletleri'ne karşı büyük bir galibiyet elde etti. Ülkenin birliğini korudu ve köleliği bitirdi.1860 Başkanlık Seçimleri'nden önce savcılık, Illinois Temsilciler Meclisi üyeliği ve bir dönemde ABD Temsilciler Meclisi üyeliği yapmıştır. İki kez de ABD Senatosu'na girmek için adaylığını koymuştur fakat başarısız olmuştur. Lincoln ABD'de köleliğe karşı olduğunu resmen dile getirdi. 1860 yılında Başkanlık için resmen adaylığını koydu. Ertesi yıl oyların büyük çoğunluğunu alarak Cumhuriyetçi Parti'nin ilk başkanı oldu. 1863 yılında köleliğin kaldırılması için gerekenleri ve tedbirler konusunda önlemleri belirtti. Ardından Serbest Bırakma Beyannamesi ve On Üçüncü Yasa değişikliği bildirilince Haziran 1863 tarihinde ABD'den kölelik resmen kalkmış oldu.Lincoln, suikast sonucu ölen ilk ABD başkanı oldu. Tarihsel değerlendirmelerde en iyi ABD Başkanları'ndan biri olarak kabul edilir.


 Kişisel yaşamı




Çocukluğu





Abraham Lincoln, 12 Şubat 1809 tarihinde, Thomas Lincoln ile Nancy Lincoln adında iki eğitimsiz çiftçinin ilk çocuğu olarak Kentucky eyaletinde bir kulübede dünyaya geldi.Abraham ismi annesi Nancy Hanks tarafından konulmuştur ve Lincoln'e ikinci bir isim verilmemiştir.Lincoln'ün soyu, 17. yüzyılda İngiltere'den Hingham, Massachusetts'e göç etmiş olan Samuel Lincoln'e dayanır.1818'de, Lincoln 9 yaşındayken, annesi Nancy Lincoln süt hastalığından (34) öldü.Kısa bir süre sonra Thomas Lincoln, Saraha Bush Johnston adında bir kadınla evlendi. Lincoln, ekonomik nedenlerden dolayı 18 ay kadar örgün eğitim alabildi. Daha sonra maddi sıkıntılar ve ailesinin kamu arazisinde oturduğu gerekçesiyle Indiana'dan ayrılarak Illinois eyaletine taşındı.Doymak bilmeyen okuma isteğiyle kendi kendisini eğitti. Amerikan ve İngiliz tarihiyle ilgili birçok kitap okudu. Lincoln, aynı zamanda bir güreşçi ve ağaç kesme konusunda yetenekliydi. 1,93 m boya sahipti ve yaşına göre çok güçlüydü.


Evlilik ve aile yaşamı



4 Kasım 1842 tarihinde Lincoln, Mary Todd ile evlendi. Robert Todd Lincoln, 1 Ağustos 1843 yılında Springfield'da doğdu. Onun tek yetişkin yaşa gelebilen oğlu Robert, Harvard Koleji`ne gitti.Diğer çocukları ise genç yaşta öldüler. Edward Baker Lincoln, 10 Mart 1846 tarihinde doğdu ve 1 Şubat 1850 tarihinde ise öldü. William Lincoln ise 21 Aralık 1850 yılında doğdu. 20 Şubat 1862'de Washington D.C'da Lincoln başkanken öldü. Thomas Lincoln ise 4 Nisan 1853'te doğdu, 16 Temmuz 1871 yılında Chicago`da öldü.

Siyasi yaşamı



1832'de, henüz 23 yaşındayken, Illinois'te Liberal Parti üyesi olarak başarısız bir kampanya ile siyasi kariyerine başladı.Sangamon nehrindeki gemi trafiğini üstlendi. Daha sonra Kara Şahin Savaşı sırasında milis kuvvetlere kaptanlık yaptı. 1834 yılında, devlet meclisi seçimini kazandı Sir William Blackstone'un İngiltere'nin hukuk sistemini anlattığı, "Commentaries on the Laws of England" adlı kitabı okudu ve hukuk öğretmeye başladı. Bu yıllarda çok başarılı bir avukat oldu.Lincoln, 1841 yılında Whig Partisi`ne William Herndon ile birlikte girdi. Lincoln, 1847 yılında Birleşik Devletler Temsilciler Meclisi`ne seçildi. Amerika – Meksika savaşı sırasında Başkan James K. Polk`a yaptığı eleştiriler fazla dikkat çekmesine neden oldu. 1848 yılında “Savaşın gereksiz ve anayasaya aykırı olarak başkan James K. Polk tarafından başlatıldığı” söylemini içeren bir metin oylamında 81 demokrata karşı mağlup olan 82 Whig üyesi arasında yer aldı.


Avukatlık kariyeri



Illinois Yüksek Mahkemesi'nde avukatlık kariyerine başlayan Lincoln, birçok davada başarılı olarak o dönemin en başarılı avukatları arasına girmeyi başardı. Lincoln'ün en önemli davası 1858 yılında bir cinayet davası oldu. Lincoln'ün müvekkili William "Duff" Armstrong, James Metzker'i öldürmekle suçlanıyordu.1858 yılında müdafaa ettiği ünlü William \"Duff\" Armstrong davasıyla, hukuk dehasını da ortaya koydu. Farklı ve o zamanlar ender rastlanılan bir taktik kullanmak suretiyle, görgü tanığının yalan söylediğini çiftçi almanağıyla kanıtladı. Lincoln, İllionis eyaletinde geçirdiği 23 yıllık hukuk hayatı boyunca, 5.100'den fazla davada avukatlık yaptı.


Birleşik Devletler Başkanlığı ve Amerikan İç Savaşı



1861 yılında ABD Başkanı olarak göreve başlayan Lincoln, ilk olarak köleliği kaldırma sözü verdiği için köleliğin kaldırıldığını açıkladı. Ama 19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi yerleşmişti. Bu çiftliklerde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirilmekte ve gereken işgücü Afrika'dan kaçırılıp getirilen siyah ırktan oluşan kölelerden sağlanmaktaydı. ABD'nin diğer bölgelerinde ekonomi sanayiye yönelmiş ve kölelik ortadan kalkmıştı. ABD'nin batı kesiminde hala yeni eyaletler kurulmaya devam ediyor ve bu yeni eyaletlerin çoğunda kölelik yasaklanıyordu. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin yaşam tarzını kökünden tehdit ediyordu. Köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katılan başkan adayı Lincoln, seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet (South Carolina, Mississippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözle bakarak hemen ABD'den bağımsızlığını ilan ettiler. Bu eyaletler Jefferson Davis'in başkanlığı altında Amerika Konfedere Devletleri adı altında yeni bir devlet kurdular. Kısa bir süre sonra buna 4 eyalet (Virjinya, Arkansas, North Carolina ve Tennessee) daha katıldı. Bu toplam 11 eyalet Amerikan İç Savaşı'nda güneyli konfederasyon tarafını oluşturdular.Ülkenin geri kalan kısmı (özellikle kuzeydoğu kısmı) da kuzeyli union "birlik" tarafını oluşturdular. Bir süre sonra iki devlet arasında savaş patlak verdi.


Lincoln, savaşın ancak dikkatli ve hatasız bir şekilde kontrol altına alınmasıyla, birliğin bozulmasının önüne geçileceğini düşünüyordu. Ancak bu düşüncesinin karşısındaki tek zorluk savaş değildi. Muharebe meydanlarında sergilenen çabanın yanı sıra, özellikle senatodaki kendi kabinesinin ve radikal Cumhuriyetçilerin muhalefetiyle de başa çıkmak gerekiyordu. Ayrıca, eşi hakkında çıkan dedikodular nedeniyle, eşinin erkek kardeşleri de Lincoln'e cephe alarak, konfederasyon ordusuna geçmişti. Tüm bunlar Lincoln'ün yüksek konumu gereği taşıdığı sorumlukların bir karşılığıydı. Ancak 1862'nin Şubat ayında 12 yaşındaki oğlu Willie'yi kaybetti. Amerikan İç Savaşı'nın ilk yıllarında hiçbir taraf üstünlük sağlayamadı. Her iki taraftan da birçok kayıplar oldu ve her iki taraf da zaman zaman askeri başarılar elde etse de baskın çıkamadı. 1863 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Gettysburg Savaşı önemli bir dönüm noktası oldu.Güneyden 75 bin, kuzeyden 82 bin askerin katıldığı bu kanlı savaşta her iki taraf da askerlerinin yaklaşık üçte birini kaybettiler ama kuzeyliler tartışmasız bir üstünlük sağladı. En sonunda 9 Nisan 1865 tarihinde kuzey orduları güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee'nin ordularını birkaç koldan sardılar ve teslim olmaya mecbur bıraktılar. Aynı yılın Haziran ayında geri kalan bütün güney askerleri de silahlarını bırakarak teslim oldular ve Amerikan İç Savaşı kuzeyin zaferiyle sona erdi. Savaş bitince Abraham Lincoln Güney'i sömürmek yerine onları kalkındırmak için çok sayıda karşılıksız borç teklif etti 1863'te, birlik kuvvetlerinin Gettysburg, Vicksburg ve Chattanooga'yı ele geçirmesiyle birlikte, savaşın sonlarına gelinmeye başlandı. Çünkü zafer, büyük ölçüde Kuzeyli birlik kuvvetleri tarafında görünüyordu. 9 Nisan 1865'te ise, General Robert Edward Lee'nin konferede eyaletler ordusunun Appomattox'a yakın bir yerde kuşatılmasıyla, güney teslim oldu ve savaş böylece sona erdi.


Gettysburg Konuşması



Rail Splitter Union tamir çalışmasında, ABD'nin yeniden yapılanma döneminde Devlet Başkanı Yardımcısı Andrew Johnson ve Devlet Başkanı Abraham Lincoln'ün siyasî karikatürü. Johnson dünyanın tepesinde oturup Birleşik Devleti haritasını iğne ve iplikle dikmeye çalışıyor. Sağında ayakta duran "Rail Splitter" lakaplı Lincoln ise "Rail Split" (baltayla bölünmüş çit) ile dünyayı yerleştirmeye çalışıyor. Johnson Yavaş Abe Amca, her zamankinden daha yakına çekeceğim diye uyarıyor. Lincoln ise Birkaç dikiş daha Andy ve eski güzel Union tamir olacak diye tavsiye ediyor. (Joseph E. Baker, 1865)


Amerikan İç Savaşı'nın en büyük ve kanlı çarpışması Gettysburg Muharebesi'ni Birlik'in kazanmasıyla, Amerika Konfedere Devletleri'nin savaş ve bağımsızlık çabasına darbe indirilmiş oldu. Fakat Birlik Güçleri'nin asker sayısı azaldığı için daha fazla asker gerekliydi. Lincoln 1863 yılında seferberlik çağrısında bulundu. Seferbirliğin halka duyurulması ile birlikte New York Eyaleti'nde hükümete karşı bir isyan çıktı. Lincoln, halkı sakinleştirmek ve savaşa karşı birlik olma konusunda halka çağrı için 1863 yılında Gettysburg konuşmasını yaptı.
...Burada bundan böyle kendini esas adaması gerekenler hayatta kalmış olanlardır. Bu bitmemiş görevi, bu cesur insanların bu kadar ilerlettiği noktadan alıp daha ileriye taşımalıyız. Biz hayatta kalanlar, işte bu görevi sırtlanıp, burada hayatını vermiş olanların fedakarlığından aldığımız kuvvetle daha çok ilerlemek zorundayız ki bu insanların bir hiç uğruna ölmediğini ispatlayalım. Tanrı'nın şahitliğindeki bu ülkenin yeni bir özgürlük doğuşu yaşamasını sağlayalım ve halkın, halk tarafından halk için yönetimi olduğu bu devlet yeryüzünden silinmesin.
Birlik Ordusu'nun, Amerika Konfedere Devletleri'ni Gettysburg Muharebesi'nde mağlup etmesinden dört ay sonra Lincoln tarafından yapılan Gettysburg Konuşması, ABD tarihi için en önemli konuşmalardan biridir. Abraham Lincoln'ün dikkatlice hazırlanmış konuşması ve o günün insanları için büyük önem arz etmesi bu konuşmanın çok büyük bir tarihi değer olduğuna kabul getirmiştir. Konuşma, 19 Kasım 1863 tarihinde Pennsylvania'da bulunan bugünkü Gettysburg Ulusal Şehitliği'nde yapılmıştır.


Suikast



Abraham Lincoln suikastı. Soldan sağa: Henry Rathbone, Clara Harris, Mary Todd Lincoln, Abraham Lincoln ve John Wilkes Booth


John Wilkes Booth, aşırı güneyli taraftarı olan bir aktör ve Konfederasyon adına çalışan Maryland'lı bir casusdu. Booth'un ilk planı Lincoln'ü pazarlık için Konfederasyon hapishanesine kaçırmaktı. Fakat Lincoln'ün 11 Nisan'da siyahların haklarına yönelik yaptığı konuşma sebebiyle planı suikasta çevirdi. Booth, Lincoln ve eşinin Ford Tiyatrosu'nda bir oyun izleyeceklerini öğrendi. Sonrasında planını daha da büyüterek, Başkan Yardımcısı Andrew Johnson ve Dış İşleri Bakanı William H. Seward için de suikastçılar ayarladı. 14 Nisan akşamı Lincoln ve eşi "Our American Cousin" (Amerikalı Kuzenimiz) adlı oyunu izlemek için Ford Tiyatrosu'na geldiler. Yakın koruması Ward Hill Lamon o gün Lincoln istemediği için oyuna gelmemişti. Lincoln oyunu izlemek için özel balkonda yerini aldı. Booth, balkonun arka kısmında bir delik açarak bekledi. Çünkü oyunun en komik anını bekliyordu. Böylece gürültüden dolayı silah sesi fark edilmeyecekti. Booth gülme seslerinin arasında Lincoln'ü başından vurdu ve Albay Henry Rathbone'un çabasına rağmen sahneye atlamayı başardı. Ardından "Sic semper tyrannis!" (Daima tiranlar için) diye bağırarak kaçtı.Suikasttan 12 gün sonra John Wilkes Booth, Federal ajanlar tarafından bulundu. Sonunda da Virginia'da bir ahırda öldürüldü.

Suikastın ardından Lincoln, tiyatronun karşısında Alman bir terziye ait olan eve taşındı. 15 Nisan 1865 sabahı Lincoln hayatını kaybetti. Lincoln'ün cenazesi trenle Illinois'e götürüldü. Lincoln, en büyük ABD başkanlarından biri olarak kabul edilir. Günümüzde Lincoln'ün resmi, 5 Dolarlık banknotların ve 1 sentlik madeni paraların üzerinde yer almaktadır. Mezarı Springfield'da bulunan The Oak Ridge Anıtı'ndadır.Ayrıca 1922 yılında yapımı tamamlanmış olan Lincoln Anıtı da Washington, D.C.'dedir.


                                                                               Abraham Lincoln'ün cenaze treni






kaynakça: http://tr.wikipedia.org

Mete


Mete veya Mao-tun (Çince: 冒頓單于 pinyin: Mòdú chānyú; MÖ 234 - MÖ 174), MÖ 209-MÖ 174 arasındaki Türk-Hun (Hiung-nu) hükümdarıdır.Oğuz Kağan Destanı'ndaki Oğuz Kağan ile aynı kişi olduğu düşünülmektedir.


Tahta Çıkışı



Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, Asya Hun imparatorluğu'nun kurucusu olan Teoman, oğlu Metehan'ın kendisi yerine üvey annesi Yenşi'nin oğlunu tahta çıkarmak istedi.Törelerine göre Türk hatundan olan, has bir Türk'ün tahta geçmesi gerekiyordu. Metehan'ın Üvey Annesi Çin'liydi. Yani Çinli kadından olan erkek çocuk tahta geçemezdi. Bu durumdan dolayı üvey annesi Metehan'ın babasını doldurdu ve Mete'yi komşu kavim olan Yüeçiler'e (Yuezhi) rehin olarak gönderdi. Babası, ardından Yuezhi'lere savaş ilan ederek Mete'yi öldürtmek istedi. Mete, babası Teoman Yuezhi'lerin topraklarına girmeden Yuezhi'lerin elinden kaçtı. Babası bu kadar zorlukları atlatmasının ardından hakkını vermek için emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Mete öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu (MÖ 209)



Ok Hikayesi



Daha sonra pek çok göçebe kavimin kullandığı çavuş oku adı verilen ıslıklı okun mucidinin Mete olduğu kabul edilir. Çin kaynaklarına göre eğer okunu bir yöne yöneltirse emrindeki askerlerin hepsi o hedefe ok atarak hemen yok ederdi. Bir gün okunu en sevdiği atına çevirdi. Askerlerinden bazıları tereddüt etti. Bunun üzerine okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi. Atına ok atmakta tereddüt eden askerlerinin hepsi atılan oklarla öldürüldü. Böylece küçüklükten beri oynadığı okunu hedefe çevirme oyunu emirlerinin tartışılmazlığını da perçinledi. Bir gün emrinde demir disiplini ile yetiştirdiği 10 bin askeri varken okunu ava çıkan babasının üzerine çevirdiğinde askerlerinden hiçbiri tereddüt etmemişti.Metehan, Hun İmparatorluğu’nun kurucusu Teoman’ın oğludur. Tarihte Asya milletlerini tek çatı altında toplayan ilk hükümdardır. Çin Seddi'ni aşabilen ilk Türk hükümdar olan Metehan, hükümdarlığı süresince Büyük Okyanus’tan Hazar’a, Keşmir’den Kuzey Sibirya’ya kadar bütün Asya’nın hâkimi olmuştur.Osmanlı tarihçileri tarafından Oğuz Han olarak adlandırılan Metehan Osmanlıların da kökeni olan oğuz boylarındandır. Metehan’ın doğduğu yer tam olarak bilinmemektedir, fakat MÖ 209 yılında tahta geçtiği, 35 yıl boyunca imparatorluğunun başında kaldığı ve MÖ 174 yılında vefat ettiği bilinmektedir


Metehan'ın Fikri



“Birlikten kuvvet doğar” felsefesine inanan Metehan ilk iş olarak bütün Türkleri bir araya getirmeye çalışmış ve Türk Birliğini kurmayı başarmıştır. Daha sonra Türklerin akrabası sayılan Tunguzları ve Moğolları bir araya getirmiş ve o çağda önünde kimsenin duramayacağı büyüklükte bir ordu teşkil etmiştir.

Metehan zamanında ülke sınırları Kuzeyde Sibirya, Batıda Hazar Denizi ve Güneyde Hindistan’a kadar olan bütün Asya topraklarını içine almıştır. Daha sonra Çin üzerine harekete geçen Metehan önündeki engelleri sırasıyla aşarak Çin’e doğru yaklaşmıştır. Dönemin en büyük ordusundan korkan Çin, Çin Seddi’ni yaptırmış, aşılamayacağına inanarak rahatlık içerisinde bulunmuştur. Fakat Metehan’ın 320000 kişilik ordusu bu duvarı aşarak Çin İmparatorunun bulunduğu Pateng kalesine ulaşmıştır. Pateng kalesini ablukaya alan Metehan tabiri caiz ise kaleye kuş uçurtmamıştır. Pateng kalesine yapılan kuşatmanın kaç gün sürdüğü tam olarak bilinmemektedir, fakat yiyeceği tükenen Pateng kalesinin ve Çin imparatorunun direnci kalmamıştır. Umudu kalmayan Çin imparatorunun, Kuzeydeki Çin vilayetlerini Türklere bırakmayı ve yıllık vergi ödemeyi kabul etmesi sonucunda kuşatma kaldırılmıştır. Kuşatmanın başarılı sonucu ve elde edilen zafer, Metehan’ın adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır.Metehan daha sonra geçmişte ülkesinden toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine harekete geçmiştir. Donghuları ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Donghular Metehan'ın baskısına dayanamayıp anlaşma yapmak zorunda kalmışlardır. Donghuları yıllık sığır, at ve deveden oluşan vergilere bağlayan Metehan, MÖ 208 yılında Donghuları egemenliği altına almıştır.

Donghular dan sonra Metehan Kuzey Moğolistan'da yaşayan Tunguzlara doğru yönelmiş ve Tunguzları egemenliği altına almıştır. MÖ 177-165 yılları arasında Hunların güney batısında, Tanrı Dağları ile Gansu arasında yaşayan Yüeçi'lerin üzerine seferler düzenlemiştir. MÖ 203'te Yüeçi'leri mağlup ederek, Hun İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmelerini sağlamıştır.Metehan daha sonra Ordos bölgesinde hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yenilgiye uğratmıştır. Çin üzerine sık sık seferler düzenleyen Metehan Sarı Irmak'ın güneyindeki kaleleri ele geçirmiştir. Bu zafer sonucunda Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolünü ele geçirmiştir. Bölgede yaşayan Altay kavimlerini egemenliği altına alan Metehan, askeri ve stratejik açıdan güçlenmiştir.Oğuz Destanında Metehan'ın zaferlerini anlatılmıştır. Metehan'ın övüldüğü Oğuz Destanı dünyanın en ünlü destanlarındandır. Oğuz Destanı'nda  Metehan'ın doğumu kısaca şu şekilde anlatılır. "Günün birinde Ay Kağanın gözü parladı, bir oğlan çocuk doğurdu.Çocuğun yüzü mavi, ağzı ateş kırmızısı, gözleri ela, saçları, kaşları kara idi. Güzel perilerden daha güzeldi. Anasının sütünü bir emdi, bir daha emmedi. Yiyecek istedi, konuştu. Doğduktan kırk gün sonra yürümeye, ata binmeye başladı. Ayakları kurt ayağı, beli kurt beli gibiydi. Vücudun her yanı tüylüydü. İşi gücü  ata binmekti..."

Metehan hayatı boyunca hudutlarının emniyetini sağlamıştır. Yapmış olduğu bir çok fethin yanı sıra  devleti de teşkilatlandırmıştır. Milattan önce 174 yılında vefat eden Metehan'ın yerine, Çin kaynaklarında adı “Ki-yo” olarak bilinen oğlu, Kiyükhan (Gökhan) geçmiştir.Metehan vefatından önce, Asya'da birçok kavimi çatısı altında toplamayı başarmıştır. Doğudan batıya Japon Denizi'nden İdil Nehri'ne ve kuzeyden güneye Sibirya'dan Tibet ve Keşmir'e uzanan büyük bir imparatorluk kuran Metehan'ın ülkesi yaklaşık 18 milyon km2 büyüklüğe sahip olmuştur.





kaynakça: http://tr.wikipedi.org